"California Üniversitesi'nde araştırmacılar, kırmızı şarapta 'baş ağrısına neden olan' kimyasalların miktarını tespit edecek bir cihaz üretti."
Araştırmacılar, şarap, peynir, çikolata, zeytin gibi fermente edilmiş ya da salamura gıdalarda doğal olarak bulunan 'biyojen amin' adlı kimyasal maddenin oranını kolayca ölçecek pratik bir cihaz geliştirdi.
Vücut kimyası ile ilişkili
Sonuçları, Analitik Kimya dergisinde yayımlanan araştırmayı yürüten Richard Mathies, "yenilen gıdaların, vücut kimyasıyla inanılmayacak derecede ilişkisi olduğunu" belirtti.
Bilim adamları, şarap içtikten sonra baş ağrısı çeken kişilerin, aminoranı yüksek gıdalardan uzak durması gerektiğini belirterek, bu gıdaların yüksek tansiyon, kalp çarpıntısı ve adrenalin seviyesinde yükselme gibi etkiler de yaratabileceği uyarısında bulundu.
5 dakikada sonuç alınıyor
Prototipi küçük bir evrak çantası boyutunda olan yeni cihazın, bir damla şaraptaki amin oranını beş dakika içinde tespit edebildiği belirtiliyor.
Cihazın, kişisel kullanıma uygun olacak ve taşınabilecek boyutlara indirilmesi için çalışmaların sürdüğü kaydediliyor.
En yüksek oran kırmızı şarapta
Diyetisyenler ve uzmanlar, şimdilik sadece sıvılar için kullanılan yeni cihazın, amin hassasiyeti olan kişiler için kolaylık sağlayabileceğini belirtiyor. Araştırmacılar, en yüksek amin oranının kırmızı şarap ve Japon rakısında (sake), en düşüğünün birada olduğunu belirtiyor.
19 Kasım 2007 Pazartesi
Şarap Baş Ağrıtır mı?
Yağlı Beslenme Ritmi Bozar
"Yağ bakımından fazla zengin beslenme tarzının biyolojik ritmi bozduğu bildirildi."
Amerikan "Hücre Metabolizması" adlı tıp dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, kalbe iyi gelmediği zaten bilinen yağlı yiyecekler, zincirleme reaksiyona sebebiyet vererek biyolojik saatin arızalanmasına yol açıyor.
Doymuş yağ kararında olmalı
Fareler üzerinde yapılan deneylere göre, organizmanın sahip olduğu 24 saat dilimine ayarlı iç saat, bazı metabolizma süreçlerinin ritmiyle sıkı sıkıya bağlı bulunuyor. Doymuş yağ bakımından zengin beslenme şekli, bu saati bozabiliyor, dahası şeker ve şişmanlama riskini artırabiliyor.
Araştırma ekibinden Joe Bass, durumu değerlendirirken, "ritm ve metabolizma birlikte evrilip tek bir sistem teşkil ediyor. Bu ikisi arasındaki nazik dengenin bozulması, zararlı sonuçlara yol açıyor" ifadesini kullandı.
Domates Sindirime Yardımcı
"Vitaminleri, mineralleri ve faydalı organik asitleri ile domates, damarları yumuşatıyor."
Domatesin C ve E vitaminleri içerdiğini, zengin bir potasyum kaynağı olduğunu ve çok az miktarda tuz bulunduğunu söyleyen uzmanlar, yüksek kan basıncını düşürmeye yardımcı olduğunu ve vücudun su tutmasını engellediğini ifade ediyor.
Hazmı kolaylaştırıyor
Domatesin hazmı kolaylaştırdığını, özellikle nişastalı yiyeceklerin (hamur işleri, kuru erzak) kolay sindirilmesini sağladığını vurgulayan uzmanlar, kabuk ve çekirdekleriyle bağırsakları harekete geçirdiğini ve pekliği giderdiğini belirtiyor.
Yeterli Folik Asit Alıyor musunuz?
"Folik asit, vücudun birçok farklı sistemi için çok önemli görevleri olan bir vitamin. Özellikle gebelikte folik asit desteği çok önemli."
Folik asit nedir?
Aslında çok alışıldık bir isim olmasa da "asit" olarak ifade edilse de folik asit, bir vitaminin ismi. Bu vitaminin vücudun birçok farklı sistemi için çok önemli görevleri var.
Gebelik öncesinde de kullanılmalı
Folik asit yetersizliğinde büyüme geriliği, üreme güçlüğü ve anemi (kansızlık) görülür. Folik asitten yetersiz beslenen anne adaylarının bebeklerinde "sinir tüp bozukluğu" hastalığı (nöral tüp defekti) görülebilmektedir. Gebelik öncesinden itibaren, gebelik süresince folik asit desteği alınması önemlidir.
Folik asitten yetersiz beslenen insanların kan homosistein düzeyinin yüksek olduğu, bunun da koroner kalp hastalığı için risk oluşturduğu bildirilmiştir. Bu gruptaki kişiler de dışardan takviye olarak folik asit alabilir. Folik asit yardımcı enzimi, kan hücrelerinin yapımı ve hücre çoğalması için gereklidir. Ayrıca, bağışıklık sisteminde lenfositlerin işlevleri ve antikor oluşumu için de folik asit eksikliğinin bulunmaması önemlidir.
Isı etkisiyle kolay parçalanır
Folik asit düzeyi düşük kişilerde, dedresyona benzer belirtiler görülebilmektedir. Serotonin hormonu yetersiz olan kişilerin, aynı zamanda folik asit düzeylerinde de düşüklük görülür. Bu hastaların diyetine folik asit eklendiği zaman ise hem serotonin düzeyleri yükselir, hem de psikolojik durumlarında düzelme olur.
Isı etkisiyle kolayca parçalanır
Folik asit, ısı etkisiyle kolayca parçalanır. Sulu ısıda parçalanma, kuru ısıdan daha çoktur. Isının artması ve ısıtma süresinin uzaması, vitamin kaybını artırır. Aynı şekilde, pişirme suyunun miktarı fazlalaştıkça vitamin kaybı artar. Pişirme suyunun atılması da önemli bir vitamin kaybı sebebidir. Folik asit, ışığa ve oksidasyona da duyarlıdır.
Günlük folik asit gereksinimi; kadın ve erkek için 400 mikrogram (mcg), gebelik dönemi için 600 mcg ve emzirme dönemi için 500 mcg’dır. Marul, ıspanak, kuşkonmaz, şalgam, dana ciğeri, maydanoz, lahana, brokoli, portakal, yeşillikler, karnabahar, pancar ve mercimek folik asidin kaynaklarındandır.Folik asit nasıl pişirilir, saklanır veya işlenir? Pişirmeyle yaklaşık olarak folik asidin yüzde 40’ında kayıp söz konusudur. İşlenmiş tahıllarda ve unda yaklaşık yüzde 70 oranında kayıptan söz edilebilir.
Hangi belirtiler yüksek folat içeren besinlerinden almaya ihtiyaç duyulduğunu gösterir?
• Sinirlilik, huzursuzluk
• Unutkanlık, karışıklık veya zihinsel yorgunluk,
• Depresyon,
• Uykusuzluk,
• Kas yorgunluğu
• Diş eti iltihabı veya periodontal hastalıklar
Bazı besinlerin yenebilen kısımlarının ortalama folik asit değerleri (mcg/100 g)
• Karaciğer 276
• Kuru fasulye 125
• Mercimek 107
• Ceviz 77
• Ispanak 75
• Badem 45
• Tam buğday ekmek 30
• Pirinç- kabuğu ayrılmış 16
• Beyaz ekmek 15
• Peynir 13
• Yumurta 5
Günde ne kadar folik asit tüketmelisiniz?
Bir porsiyon kıymalı sebze yemeği, bir porsiyon mercimek yemeği, bir porsiyon bulgur pilavı, bir yumurta, bir bardak süt, bir porsiyon sebze yemeği, bir porsiyon salata, bir adet meyve, altı orta dilim ekmekten oluşan bir günlük diyette, 200 mikrogram civarında folik asit alınmış olur.
Aklınızda bulunsun
Alkoliklerin yüzde 60’ında folik asit yetersizliği görülür. Bu nedenle, alkol alımında folik asit ihtiyacı artar. Pişirme ile sebzelerdeki folik asit miktarında önemli kayıplar olmaktadır. En çok kayıp, bol suda pişirilen sebzenin suyunun atılması ile olur. Bu gibi pişirme yöntemlerinde kayıp oranı yüzde 90-95’e yükselir. Bu yöntemde, sebzelerdeki C vitamini de kaybolduğundan, folik asidin kullanılma oranı daha da düşer. Kısa sürede, az suda, suyunu atmadan pişirme sürecinde, folik asit kaybı azdır. Mayalandırma, besinin folik asit değerini artırır. Örneğin, yoğurtta süttekinin üç katı folik asit olduğu bildirilmiştir.
Folik asit içeriği yüksek besinlerin yararları neler?
Kırmızı kan hücreleri üretimini destekler ve anemiden korunmada yardımcı olur.
Kanınızdaki homosisteinin artmasına önlemeye yardım eder. Özellikle cilt hücrelerindeki hücre üretimini destekler. Sinir fonksiyonlarının uygun şekilde olmasına izin verir. Osteoporoza bağlı kemik kırılmalarının önlenmesinde yardımcıdır.
Alzheimer hastalığıyla da ilişkili olan bunamanın önlenmesinde yardımcıdır.
Dilara Koçak / Milliyet
Kuru Fasulye Diyeti
"İngiltere’nin Suffolk bölgesinde 28 yaşında bir marangoz, 6 aydır uyguladığı "kuru fasulye diyeti"yle 38 kilo verdi."
Haverhill kentinde yaşayan James Skeates, günde en az iki büyük konserve kuru fasulye yiyerek 133 kilodan 95 kiloya inmeyi başardı. Skeates, martta yerel bir zayıflama kuruluşuna yazılan ve aç kalmadan ayda 6 kilo vererek hedef kilosuna ulaştı.
Günde iki büyük kutu kuru fasulye açtığını, bunları işte ve evde fırınlanmış kabuklu patates, kepekli ekmek ve makarna ile yediğini belirten genç marangoz, "Hiç aç kalmadım, ama kilo vermeye devam ettim. Sürekli kuru fasulye yemek bende bir soruna neden olmadı, ancak kısa süre önce biraz gaz sıkıntısı çektim" diye konuştu.
Yaşam Kaynağı Su
"Su yaşam için vazgeçilmezlerden biri. İnsan yemek yemeden haftalarca yaşayabilirken, susuzluğa ancak birkaç gün dayanabiliyor."
Yemek yemeden haftalarca yaşayabilirsiniz ama susuzluğa ancak birkaç gün dayanabilirsiniz. Sağlıklı bir hayat sürdürmek için her gün 2,5-3 litre su içmelisiniz.
Su yaşam için vazgeçilmezdir. İnsan yemek yemeden haftalarca yaşayabilirken, susuzluğa ancak birkaç gün dayanabilir.
Vücudumuzun büyük kısmı su
İnsan vücudunun büyük bir kısmı (yüzde 50-60'ı) sudan oluşmuştur. Bu oran yaşa ve cinsiyete göre değişir. Su oranı yaşa paralel olarak azalır, yerini yağ dokusu alır. Kas dokusuyla vücuttaki su oranı arasında pozitif bir ilişki vardır. Çizgili kaslar diğer doku ve kaslardan daha fazla su içerir. Kanın yüzde 92'si, kemiklerin yüzde 22'si, beynin yüzde 75'i ve kasların yüzde 75'i sudur.
Su dengesi
Yetişkin bir insan bir kısmı yiyeceklerden karşılanmak üzere günde 2-3 litre suya ihtiyaç duyar. Kalori ve besin değeri olmamasına rağmen su beslenme açısından çok önemlidir. Yüzde 2'lik azalma ısı dengesinin değişmesine neden olurken, yüzde 7'lik azalma aşırı yorgunluğa, yüzde 10'luk azalma ise dolaşım ve böbrek yetmezliğiyle ölüme neden olur.
İnsan bedeninin kemik, deri, bağ dokusu ve yağ dışındaki tüm öğeleri vücut suyu içinde çözelti halindedir. Vücudun yaşamsal en küçük birimi hücrelerdir. Hücrelerdeki yaşam için gerekli olan bütün biyokimyasal tepkimeler bu çözelti içinde oluşur.
Hücrelerin yaşamsal faaliyetleri ve bu sayede vücut fonksiyonlarının yerine getirilmesi su dengesinin korunması ile mümkündür.
Az su ile denge bozulur
Vücudun su dengesi içilen su, içecekler ve yiyecekler içindeki su miktarları ile solunum yoluyla, idrarla, terle ve dışkıyla kaybedilen su miktarları arasındaki dengeyle sağlanır. Vücut ihtiyacı olduğundan daha az suya sahip olduğunda denge bozulur, bu ödemlerin oluşmasına neden olur.
Kahve, çay ve kola gibi kafeinli içecekler, verdiklerinden fazla su atımına neden oldukları için, vücudun sıvısını azaltır. Alkollü içecekler de aynı şekildedir. Su vücudun sıvı ihtiyacının karşılayan en iyi öğedir.
Sıcak havalarda fazla fiziksel aktivite yapıldığında, fazla proteinli ve tuzlu besinler tüketildiğinde, terleme ve idrarla, vücut ısısını artıran ateşli hastalıkların geçirildiği durumlarda, özellikle yaz aylarında sık görülen bağırsak enfeksiyonu ve ishal gibi hastalık durumlarında sıvı kaybı artar. Bu durum vücudun su gereksinmesinde de artışa neden olur.
Ne kadar su?
Su temiz, sağlığı bozmayan kaynaklardan karşılanmalı. Dolayısıyla içilen suyun hijyenik olmasına dikkat edilmeli.
Vücudun büyüklüğü, ne kadar aktif olunduğu, iklim, hastalık gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak su ihtiyacı değişiklik gösterir. Kilo başına 35 mililitre su alımı önerilmekle birlikte genel olarak, sağlıklı bir kişi her gün kaybedilen vücut sıvılarını yeniden yerine koymak için 2,5-3 litre su içmelidir.
Taylan Kümeli /Milliyet
Hayatımızı Değiştiren Tahıllar
"Bugün sofralarımızda tükettiğimiz birçok besin ve adetin aslında mutfağının ve kültürünün bize çok uzak ülkelerden geldiğini öğrenmek sizi şaşırtacak."
Kültürleri oluşturan tüm besin ve yemekler coğrafi keşifler, ülkeler-kıtalar arası alışveriş yoluyla ülkelerden ülkelere taşınmış. Geçen yıllarla birlikte her ülke tarafından benimsenmiş ve kendine aitmiş gibi özümsenmiştir.
Beslenme alışkanlıkları muhtelif
Beslenme alışkanlıkları coğrafi bölgelere, dinlere, iklime ve benzeri birçok faktöre göre değişim ve gelişim göstermektedir. Toplumlar sanayileşme nedeniyle beslenme kültürlerinde ciddi erozyonlar yaşamış olsalar da özlerine en yakın beslenme kültürlerini kamufle etmeyi başarabilmişlerdir. İşte beslenme alışkanlıklarımızın neredeyse temelini oluşturan bazı tahılların tüm dünyayı kapsayan serüvenleri ve belki de hiç duymadığınız farklı kullanımları:
Buğday
Buğday dünyada en fazla tüketilen ve ticareti en fazla yapılan tahıldır ve bu alanda mısır ve pirinçten önce gelmektedir. Bugünkü İran, Irak, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin'i kapsayan yay biçimindeki Verimli Hilal adı verilen bölge, başta buğday ve arpa olmak üzere pek çok tahılın yabani atalarının merkezi olarak kabul edilmektedir. Başlangıçta insanlar yabani olarak topladıkları buğday ve türlerini zamanla kendileri ekip biçmeye başlamışlardır.
İşlem görmüş buğday vitaminlerin ve mineral içeriğinin en az yüzde 80'nini ve lifin yüzde 75'ini kaybetmektedir. Kepekli diye tabir edilen ekmek ve unlar eğer uygun şekilde üretildiyseler mineral, vitamin ve özellikle de posa açısından rafine edilmişlere göre çok daha zengindirler.
Mısır
Amerika yerlileri yaklaşık beş bin yıl önce teosint denilen bir buğdaygili besin maddesi haline getirmişler ve buna mahiz adını vermişlerdir. Bu besin XVI. yüzyıldan başlayarak dünyaya yayılmıştır. Aztekler temel malzemesini kızarmış ve öğütülmüş mısırın oluşturduğu izquiatl adını verdikleri bir içki üretmiştir.
Patlamış mısır ise Kanada yerlilerinden gelen bir yiyecektir. Meksikalılar mısırı tortilla adını verdikleri bir çeşit ekmek olarak tüketmektedirler. Meksika kişi başı yılda 120 kilodan fazla mısır tüketimi ile dünya rekorunu elinde tutmaktadır. Mısır unu çorbası ise İtalyan köy mutfağının temel yemeğidir.
Mısır yağının dolaşım sistemi ve kanser üzerindeki olumlu etkileri üzerine yapılan birçok bilimsel makale olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Pirinç
Pirinç Güneydoğu Asya'da Çinliler tarafından beş bin yıl öncesinde yetiştirilmeye başlandı. Bazı tarihçilere göre Avrupa'da Romalılardan beri, bazılarına göre ise Araplardan beri tanınmaktadır. İspanya, Japonya, Endonezya gibi ülkelerin kültürlerinde pirinç yemekleri ulusal yemek olarak kabul edilmektedir. İtalya ve Çin gibi bazı ülkelerde ise pirinç yemekleri bölgesel mutfağın bir ifadesidir.
Zengin bir protein kaynağı olan pirinç vücuda gerekli olan sekiz amino asitin tamamını sağlayarak diğer tahıl cinslerine kıyasla daha dengeli beslenmemize izin vermektedir. Kepekli pirincin beyaz pirince göre besleyici ve bağırsak hareketlerini arttırıcı özellikleri oldukça fazladır.
Kaynaklar
1- "Dünya Mutfakları Atlası" / Gilles Fumey-Olivier Etcheverria
2- "Türkiye'nin Beslenme Bülteni -Bilinmeyen Yönleriyle Tahıl Tüketimi" / Serkan Yimsel
3- "Anadolu Uygarlıklarının İzinde Buğdayın Kökleri" / Dr. Hatice Bilgiç
Taylan Kümeli / Milliyet
Fazlası Deva Değil!
"Fazla miktarda meyve ve sebze yemek, meme kanserine yeniden yakalanma riskini azaltmıyor."
ABD’de yapılan bir araştırma, doktorun önerdiğinden fazla meyve ve sebze yemenin, daha önce meme kanseri tedavisi görmüş kadınların yeniden meme kanserine yakalanma riskini azaltmadığını ortaya koydu.
Araştırmalar doğruluyor
ABD’nin Stanford Üniversitesi’nden bilim adamlarının 3 bin 100 kadın üzerinde yaptığı araştırmada, sebze, meyve ve lifli yiyecekler bakımından fazla zengin bir beslenme alışkanlığının meme kanserinin yeniden ortaya çıkmasını engellediğine dair bir bulguya rastlanmadı.
Amerikan Tıp Derneği’nin (JAMA) yayın organında çıkan makaleye göre bilim adamları, meme kanseri tanısı konduğunda 18-70 yaşında olan ve tedavi görmüş 3 bin 088 kadının beslenme alışkanlığını inceledi.
"Hayal kırıklığı yarattı"
Araştırmaya katılan kadınların yarısı doktorların önerdiği miktardan iki kat fazla sebze, meyve yiyerek, lifli ve az yağlı yiyeceklerle beslendi. Diğer yarısıysa sebze, meyvenin ve lifli yiyeceklerin olduğu normal bir diyet uyguladı.
Dr. Marcia Stefanick, "Sonuçlara gerçekten şaşırdım ve biraz hayal kırıklığına uğradım. İki kat fazla meyve, sebzeyle ve lifli yiyeceklerle beslenmenin, yağlı yiyecekleri azaltmanın meme kanserine yeniden yakalanma oranında farklılık yaratmasını bekliyorduk. Her iki grupta da oran, yaklaşık yüzde 17 idi" dedi.
Kaynak:ekolay.net
Cilt Kanserine Karşı Kahve
"Kahve, güneş ışınlarının neden olduğu cilt kanserinden koruyor. Kafein, DNA'ları UVB tarafından bozulan kanserli hücreleri ortadan kaldırıyor."
ABD'de yapılan bir araştırmada, egzersiz ve kahvenin, güneş ışınlarının neden olduğu cilt kanserinden koruduğu ortaya çıktı. New Jersey'deki Rutgers Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya göre, fiziksel egzersizle birlikte ölçülü kahve tüketimi, güneşi ultraviyole B (UVB) ışınlarının yol açtığı kanserojen etkileri ortadan kaldırabiliyor.
Araştırmalarında özellikle güneş ışınlarına karşı hassas tüysüz fareleri inceleyen Rutgers Üniversitesi'nde bilim insanları, fareler üzerinde yaptıkları deneylerde, egzersizle birlikte alınan kafeinin, DNA'ları UVB tarafından bozulan kanserli hücreleri ortadan kaldırarak, UVB ışınlarının yıkıcı etkisini yok ettiğini belirlediler.
Şifalı Otlar Çeşit Çeşit
"Anadolu topraklarındaki pek çok bitkinin halk tarafından gerek ilaç, gerek boya, gerekse gıda olarak tüketildiği bir gerçek."
Bazı semt pazarlarında şifalı ot satan kişilerin ellerindeki otları, şifalı bitkiler kitaplarındaki fotoğraflara bakarak topladıkları, bunun da insan sağlığı açısından büyük risk oluşturabileceği vurgulandı.
"Hikayeleri topluyoruz"
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Kültür Sektörü Projesi Etnobotanik Çalışmaları Danışmanı Dr. Füsun Ertuğ, Türkiye’de vatandaşların bitkilere ilişkin bilgilerini derlemek üzere farklı bilim dallarından insanların çalışma yürüttüğünü söyledi. Bilim adamlarının insan ile bitki arasındaki ilişkiyi inceledikleri dala "etnobotanik" adının verildiğini belirten Ertuğ, etnobotanikte, bitkinin halk tarafından ne şekilde isimlendirildiği, hangi alanlarda kullanıldığı ve bitkilerle ilgili halk arasındaki hikaye ve deyimlerin derlendiğini ifade etti.
Anadolu topraklarındaki pek çok bitkinin halk tarafından gerek ilaç, gerek boya, gerekse gıda olarak tüketildiğine dikkati çeken Füsun Ertuğ, köyden kente göçün hızlanmasıyla bu bitkilere ilişkin bilgilerin de kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söyledi. Ertuğ, şöyle konuştu:
“Bugün nüfusun üçte ikisi büyük kentlerde yaşıyor. Dolayısıyla insanımız her geçen gün doğadan, tarımdan, bitkilerden kopuyor. Dolayısıyla bitkilerle ilgili, kuşaktan kuşağa aktarılan bilgide çok ciddi kopuşlar oluyor. Yararlı bitkiler eğer onu bilenler yaşamıyorsa, arsız ot olmaktan öteye geçemiyorlar. Çok değerli bir boya bitkisi, ondan nasıl boya yapıldığının reçetesi kaybolmuşsa, onu kullanan insanlar artık yoksa, arsız ot olarak yok edilmesi gereken bir bitkiye dönüşüyor.”
"Türkiye tam bir botanik cenneti"
Füsun Ertuğ, Türkiye’de bulunan 10 binin üzerindeki bitkiden üçte birinin Türkiye’ye özgü, endemik bitki olduğunu vurguladı. Bu bitkilerin kaçının halk tarafından kullanıldığının henüz tespit edilemediğini ifade eden Ertuğ, “Türkiye, üç coğrafi kuşağa ait bitki zenginliğine sahip olmasının yanında, tam bir botanik cenneti” diye konuştu.
Etnobotanik çalışmaları çerçevesinde, bitkileri toplayan, kurutan ve kullanan kişilerle de görüştüklerini anlatan Füsun Ertuğ, bu çalışmalarda aktarlar, ocak adı verilen iyileştiriciler, sağlık memurları ve ziraatçıların bilgisine başvurduklarını söyledi. Füsun Ertuğ, bitkilerin yararları konusunda son yıllarda yayınlanan kitap sayısında da artış olduğuna dikkati çekerek, “Bugünlerde piyasada çok sayıda şifalı bitki kitabı var ama bilimsel olarak bunların bazıları derleme, bazıları çeviri yayınlardır. Her birinin başucu kaynak kitap olma özelliği ne yazık ki yok” diye konuştu.
Satıştaki ot çeşitlerinde artış var
Halkın sağlık konusundaki bilincinin artmasıyla birlikte şehir pazarlarında satılan ot çeşidinde de artış olduğuna işaret eden Füsun Ertuğ, tıbbi bitkilerin sağlık amacıyla kullanılmasında ise dikkatli olmak gerektiğini vurguladı. Ertuğ, şunları söyledi:
"Tıbbi bitkiler sağlık amacıyla hem hayvanlar, hem de insanlar için binlerce yıldır kullanılmış. Son yıllarda daha çok şehirlerde gördüğümüz artış bir yerde iyi, bir yerde kötü. Çünkü bu bitkiler riskli bir alana da sahip olabiliyorlar. Şu anda tıbbi bitkileri derleyenlerin çok dikkatli olmaları lazım. Bazı pazarlarda şifalı ot satan kişiler, ellerindeki otları, şifalı bitkiler kitaplarındaki fotoğraflara benzeterek toplayıp getiriyorlar. Bu kişilere sorduğunuz her bitki kanser tedavisi için... Halbuki eskiden bu kadar kanser vakası yoktu. Bu durum sağlık açısından risk oluşturabilir."